Gazeteci Fatih Altaylı, “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla 22 Haziran’da tutuklanarak Silivri’deki Marmara Ceza İnfaz Kurumu’na gönderildi. Altaylı, cezaevindeki ilk gününü detaylarıyla anlattığı bir mektup kaleme aldı. YouTube kanalında paylaşılan mektupta, yaprak sarması hazırlarken gözaltına alınışından, “dubleks süit” olarak nitelediği hücresine kadar yaşadıklarını aktardı. Altaylı, “Bazılarının başı göğe ermiştir herhalde. FETÖ ile ortakken denemiş ama yapamamışlardı, şimdi oldu” diyerek tutuklanmasını hukuksuzluk olarak nitelendirdi.
Fatih Altaylı nasıl gözaltına alındı?
Altaylı, 21 Haziran Cumartesi günü YouTube programı çekimlerinden sonra evine döndü. Kızının sevdiği yemekleri hazırlarken, saat 21:00 civarında kapısı çalındı. Polisler, “Hakkınızda gözaltı kararı var” diyerek Altaylı’yı Vatan Emniyet’e götürdü. Ev ayakkabılarıyla çıkan Altaylı, Haseki Hastanesi’nde muayene edildi. Doktorun dikkati sayesinde kronik rahatsızlığı not alındı. Vatan Emniyet’te pırlanta gibi polislerle karşılaştığını belirten Altaylı, nezarethanede uyuşturucu kokusu ve pis tuvaletler nedeniyle zor bir gece geçirdi. 22 Haziran’da Çağlayan Adliyesi’nde savcıya ifade verdi, ancak sosyal medya trollerinin “tutuklandı” paylaşımları karar öncesi yayıldı. Sulh Ceza Hâkimliği, Altaylı’yı “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla tutukladı.
Silivri’deki dubleks süit oda nedir?
Altaylı, Marmara Cezaevi’ne 22 Haziran akşamı 19:15’te giriş yaptı. Mektubunda, polislerin hayli kibar olduğunu belirterek hücresini de “dubleks süit oda” olarak tanımladı. Alt katta metal mutfak tezgâhı, dolap, alaturka tuvalet ve duş, üst katta ise üç yatak bulunuyor, ancak güvenlik nedeniyle yalnız kalıyor. Oda yeni boyanmış, ancak kuş pislikleri ve otlar nedeniyle kirliydi. Altaylı, bulaşık deterjanı ve süngerle temizlik yaptı, kantinden kova ve vileda almayı planlıyor. Cezaevi personeli yardımsever ve güler yüzlüydü. Altaylı, odasında sivrisineklerle mücadele ederken beş örümcekle “saygılı bir ilişki” kurmayı umduğunu esprili bir dille yazdı. İlk gece, Gaziosmanpaşa ve Şişli belediye başkanlarının avukat görüşmelerine tanık oldu.
Altaylı’nın mesajları neden yankı uyandırdı?
Altaylı, mektubunda hukuksuzluklara dikkat çekerek, “Gençler bizim yerimize bedel öderken sessiz kalacak değiliz. Adalet için hepimiz savaşıyoruz” dedi. Cezaevinde iyi muamele gördüğünü, “İyiler hâlâ çoğunlukta” diyerek vurguladı. Ancak, Cengiz Holding antetli kâğıda yazdığı mektup sosyal medyada tartışma yarattı. Tutuklanmasını, trollerin çarpıttığı YouTube videosuna bağlayan Altaylı, “Bu da geçer ya hu” diyerek umudunu korudu. Avukatları, kararın hukuka aykırı olduğunu savunarak itiraz etti. Altaylı’nın mektubu, YouTube’da bir milyondan fazla izlenen “Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR” videosunda okundu, adalet ve basın özgürlüğü tartışmalarını alevlendirdi.
Fatih Altaylı'nın mektubu
"21 Haziran Cumartesi Emre ile gün boyu hafta sonu programlarının çekimlerindeydik. Öğle saatlerinde bir ara verip F1’in 2026’dan itibaren Türkiye’ye gelebilmesi için bazı görüşmeler yaptım. Ardından çekimlere devam ettik. Bu arada Cuma günü yayınladığımız programda kullandığımız bazı ifadelerin kesilip biçilerek farklı anlamlara büründürülmeye çalışan birtakım trollerin sosyal medya üzerinden başlattığı saldırıyı izliyorduk. Belli ki bir şeyler kaynatıyorlardı. Akşam saat 6 gibi eve döndüm. Pazar akşamı 2 ayı aşkın süredir görmediğim kızım İstanbul’a gelecekti. Heyecanlıydım. Mutfağa girip onun sevip özlediği yemekleri yapmaya başladım. Sarmaları ocağa koyduğum sırada kapı çaldı. Saat galiba 9’a yaklaşıyordu. Hayırdır inşallah diye açtım. Kimseyi beklemiyordum. Kapıda polis oldukları aşikâr 4 kişi duruyordu.
Gayet kibarca 'Fatih Bey iyi akşamlar, hakkınızda gözaltı kararı var, bizimle gelmeniz gerekiyor' dediler. Güldüm. “Ben sizi yarın sabah bekliyordum” dedim. Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına oturtulmuş bir kişi gün içinde tehditler savurmuş, suyumun ısındığını söylemişti. Belli ki bir şeyler kaynatılıyordu. “İçeri buyurun hazırlanayım, bir iki parça bir şey alayım” dedim. “Biz giremeyiz, siz de buradan ayrılmayın, eşiniz hazırlasın” dediler. “Eşim annesinin yanında, evde yok” dedim. Hande annesini görmeye Balıkesir’e gitmişti. Polislere “Eşimi arayıp haber vereyim” dedim. Allah’tan o sırada henüz gitmemiş olan yardımcımızdan telefonumu istedim. Ekibin başındaki komiser, “Fatih Bey telefon açamazsınız, telefonunuzu da biz teslim alacağız” diyerek telefonu aldı.
Yardımcımıza “Hande Hanım’a haber ver, Fatih Bey’i polisler götürdü de, o da avukatıma haber versin” dedim. Ve polislerin arasında evden çıktım. Üzerimde ev kıyafetlerim, ayağımda ev ayakkabılarım vardı.
Önce Haseki Hastanesi’ne geldik. Polis arkadaşlar son derece kibardı. Orada bir kadın doktor beni muayene etti. Kronik rahatsızlığım olup olmadığını ve kullandığım ilaçları sordu. Yanıtlarımı not aldı. Çok zarif, çok iyiydi. “Geçmiş olsun” deyip yolladı. Çıkıp ekip otomobiline geri döndük. Sonra başkomiser geldi ve “Doktor hanım sizi tekrar görmek istiyor” dedi. Muayene odasına döndüm. Bahsettiğim rahatsızlıklardan birinin ilacını söylemediğimi fark etmiş, unuttum diye düşünmüştü. Onu da yazmak istemişti. Dikkatine teşekkür ettim. “Onun için ilaç almıyorum, beslenmeme dikkat ediyorum” dedim.
Tekrar ekip otosuna döndük ve Vatan Emniyet’e doğru yola çıktık. Üç araçlık konvoyumuzla Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne vardığımızda fotoğraf çekilmesin diye büyük özen gösteren polis ekibi beni hemen Güvenlik Şube’ye çıkardı. Çoğu genç, pırıl pırıl bir polis ekibinin arasında buldum kendimi. Hakkımdaki suçlamayı henüz bilmiyor, açıkçası merak da etmiyordum. Çünkü suç işlemediğimden emindim. Ama trollerin yazdıklarından neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum. Yarım saat kadar sonra avukatım Rezzan Aydınoğlu ve Ömer Teker gelince suçlamayı da öğrendim.
Polisler pırlanta gibiydi
Cumhurbaşkanını tehdit etmişim. “Türk halkı sandığı sever” demiştim ya. Zorunlu olmadığı hâlde ilk ifademi polise verdim. Sonrasında biraz polis sorunlarından, daha önce gözaltına aldıkları gazetecilerden, sosyal medya fenomenlerinden söz ettik. Tüm polisler pırlanta gibiydi. Yanlarında kendimi kötü hissedeceğim hiçbir şey olmadı. Saat 12 gibi beni nezarethaneye indirdiler. Sağ olsunlar, önceden konuşmuş, güvenliğim için bana tek kişilik bir nezarethane odası bulmuşlardı. Orada da gayet kibar bir muamele gördüm. Bir nezarethaneye koyuldum. Plastik kaplı ince sünger yatağın üzerine koymam için üç battaniye verdiler. Sermeme yardım ettiler. Bir ihtiyacım olursa kameraya el sallamamı söyleyip gittiler.
Merak ediyorsunuzdur, nezarethane söylendiği kadar kötü ve pis bir yer mi diye. Söyleyeyim, beton yataklarının üzerinde plastiğe sarılı süngerler, yüksek bir tavan, tavanda kamera. Pis değil, eski, köhne. Demir parmaklıklarıyla tam bir kodes. Gece geç saat gittiğim için olsa gerek tuvaletler pisti. Ama içerideki kokunun kaynağı tuvaletler değil, hemen yakınındaki narkotik deposuydu. Nezarethane buram buram uyuşturucu, daha doğrusu ot kokuyordu. Bağırıp çağıran, sövüp sayan nezarethane arkadaşlarım sayesinde uyumadan sabaha ettik ama saatle ilgili bir fikrim yoktu. Bir süre sonra gelen görevliye saati sordum. “6’yı 20 geçiyor” dedi. 8 buçuk – 9 gibi sandviç ve su dağıttılar. Yiyecek hâlim yoktu, almadım. 11’e kadar nezarethanedeki alçak yatağın üzerinde oturup bekledim.
11’de Güvenlik Şube’deki yeni arkadaşlarım gelip aldılar. Yukarı çıktık. Savcı Bey bizi bekliyordu. Önce hastaneye gidip yine rapor alacak, oradan Çağlayan’a gidecektik. Bayrampaşa Devlet Hastanesi’nin ilgili biriminde tekrar sağlık muayenesinden geçtim. Muayeneyi yapan ekip, sorması gerekenler dışında bir şey söylemedi ama bakışları çok şey anlatıyordu. Daha sonra Çağlayan Adliyesi’nin hiç görmediğim, bilmediğim bir yerinden girip yerin yedi kat altına indik. Böyle bir giriş olduğunu dahi bilmiyordum. Aşağıda bir saat kadar otomobilde bekledik.
Savcı Bey hazır değildi. Saat 2 gibi savcının huzuruna çıktık. İfademi verdim ama aslında gereksizdi. Kararı troller çoktan vermişti. Savcının tutuklama isteğini de, kapısının önünde beklediğimiz savcıdan değil, sosyal medya trollerinden öğrendi avukatım Rezzan Aydınoğlu. Oradan nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği’ne indik. Kısa bir bekleyişten sonra mahkemeye çıktık. Bir daha ifade verdik. Hâkime Hanım karar için ara verdi. Ama sosyal medya, tutuklandığımı duyuran troll haberleriyle dolmuştu bile. Tutuklandım. Gece yarısı apar topar İstanbul’a dönen eşim gelmişti. Ama ne adliye binasına ne de mahkeme salonuna sokulmuştu. Tutuklandığım haberini Rezzan’dan aldı. Tutuklanmam bir hukuk rezaletiydi. Ama bu ilk değildi ve artık vakayı adiyedeydi Türkiye için.
Polislerin de üzüldüğünü gördüm
İnfaz savcılığında işlemlerim sürerken ben de beni getiren Güvenlik Şube polisleriyle aşağıda bekliyordum. Onların da üzüldüğünü görüyordum. İçlerinden biriyle sarıldık. Öyle içtendi ki gözlerim doldu. “Geçer Fatih abi, geçer” dedi. Zor tuttum kendimi. Sonra üç otomobil yola çıktık. Bayrampaşa civarında başkomiserin kullandığı Volkswagen’e makas atan bir genç çarptı. Araç pert olunca biz iki araç Silivri’ye doğru yola devam ettik. Silivri Devlet Hastanesi’nde bir muayene daha. Sonra Silivri Cezaevi, ya da resmî adıyla Marmara Ceza İnfaz Kurumu Kampüsü. Polis arkadaşlarla vedalaştık. “Hakkınızı helal edin” dedim. Silivri’ye girdim. Meşhur Silivri. Eskiden yoğurdu ile meşhur olan Silivri, artık cezaevi ile meşhur ve belli ki her muhalif canlı bir gün burayı tadacak.
Giriş işlemlerim epey sürdü. Parmak izi, fotoğraf, kuralların anlatılması, arama derken epey vakit geçti. Sonra önüme koyulan evrakları imzalamaya başladım. Birinde saati de yazmam gerekiyordu. İnfaz koruma memuruna saati sordum. “19.15” dedi. Tam da kızımın uçağının iniş saatiydi. Her seferinde kendisini karşılamama alıştığı için gözleri beni arayacaktı. Ve ben orada değildim. Çok kötü hissettim.
İki katıl süit oda
Daha sonra ne kadar kalacağımı bilmediğim hücreme götürüldüm. Hücre dediysem, adı öyle. Aslında iki katlı bir süit o da. Alt katta bir metal mutfak tezgâhı, bir metal mutfak dolabı, bir alaturka tuvalet ve yanında bir duş. Üst katta da yan yana üç yatak ama ben güvenlik nedeniyle yalnız kalacağım. Odada beni karşılayan cezaevi müdür yardımcısı kısaca kuralları anlattı: Ayda bir açık görüş, dört kapalı görüş, tutuklular için sınırsız avukatla görüşme hakkı, haftada üç bin beş yüz TL’lik kantin alışveriş hakkı, para bulundurmak yok, harcayacağınız para cezaevi veznesine yatıyor. Arçelik buzdolabı ve televizyon alma hakkınız var ve o bu limite dâhil değil.
Müdür beyin anlattığı kadarıyla oda yeni elden geçmiş, boyanmış. Bana yeni bir yatak ve yeni çarşaf ile nevresim verdiler. Ancak havalansın diye açık bırakılan pencereden giren kuşlar sadece odamın baktığı avluya değil, odaya da pislemişler ve otlar taşımışlar. Yönetim bana biraz bulaşık deterjanı, bir de bulaşık süngeri verdi. Odamda yalnız kalır kalmaz temizliğe başladım. Önce demir yatağın tozunu ve kuş pisliklerini silip yatağa yerleştirdim. Çarşafı geçirdim, yastık kılıfını taktım. Sonra mutfağa geçtim. Epey bir uğraştım. İçime sinecek kadar değilse de bayağı temizlendi. Kantinden ilk haftalık istihkakımı temizlik malzemeleri için kullanacağım: Kova, vileda, süpürge, temizlik bezi falan. Malzemeler gelince yerleri bir güzel silerim. Çünkü bayağı toz ve ot içinde.
Hücresinde kimler var?
Gece ilk avukat görüşünde sağım solum İBB Meclisi gibiydi. Sağımdaki kabinde Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı, solumdaki kabinde Şişli Belediye Başkanı avukatlarıyla görüşüyordu. 12 gibi yattım ama sivrisinekler rahat bırakmadı. Epey bir katliam yaptım. 5 adet de örümceğim var ama onlara dokunmuyorum. Karşılıklı saygılı bir ilişki umuyorum. Saat 6 gibi kuş sesleriyle kalktım. Sabah 08.30’daki sayımı beklerken bu satırları yazıyorum. Kantin listem hazır. İnfaz koruma personeli çok yardımsever ve gayet güler yüzlü. Birazdan ilk cezaevi yemeğimi yiyeceğim. Buradaki günlerimi elden geldiğince sizlerle paylaşırım. Her şey insanlar için ve ilk kez böyle bir deneyim yaşıyorum. Bazılarının başı göğe ermiştir herhâlde. FETÖ ile ortakken de denemiş ama yapamamışlardı. Şimdi oldu. Benim tek derdim ise sevdiğim insanları üzmüş olmam."
Yorumlar
Kalan Karakter: