Bu yazıdaki temel sorumuz şu: sanat yapmak, onu anlamak ve ondan zevk almak için felsefe bilmeye gerek var mıdır?
ATE. Hatırlarsın seninle ilk tanıştığımızda balkonda bu konuyu tartışmıştık. Bu tartışmamızı yazıya dökmenin zamanı şimdiymiş. Öncelikle felsefe ve sanattan ne anlamamız gerektiğini söylememiz gerekiyor sanırım. Felsefe kelimelerin “gerçek” anlamlarıyla yapılan spekülatif düşünce yöntemidir. Şiir sanatında da kelimeler kullanılır ama bu sefer kelimeler olabildiğince esnetilerek hatta parçalanarak anlam açısından değişikliğe uğratılırlar. Kelimeler dışında sanat resimde renkleri, müzikte sesleri ve dansta hareketleri kullanır. Ben felsefe ve sanatı böyle ayrıştırıyorum ve temel iddiam ne sanat yapmak için ne de sanattan zevk almak için felsefe bilmeye gerek olduğu.
Fransız filozof Bernard de Chartres'a nazire olarak diyorum ki "Felsefe, sanat isimli devin omuzlarına oturmuş sadece bir cücedir!"
Kişi felsefe yaparken ele aldığı o şeyi, ne ise o olarak düşünmek ya da o şeyin kendi varlık-oluşsal imkanları ekseninde tefekkür etmek yerine, kendini merkeze koyarak düşünmeye başlar ve o şeyi kendi idrakinin sınırlarınca belirlenmiş nesne haline dönüştürür. Böylelikle o şeyin mahiyeti artık "ortaya" konmuş olur ve o şey neticede kelimelere indirgenip paramparça edilerek insan idrakinin dar kalıbına tıkıştırılır. Oysa biliyoruz ki idrak bir süzgeçtir, hem de delikleri çok dardır. Ayrıca idrak özneldir (indidir, subjective) ve tarihseldir. Kişiye, zamana ve mekâna kısaca kültüre göre değişir.
Felsefenin (yani tüm bir felsefe geleneğinin) üstüne basıp onun dışına çıkarak felsefede ulaşılabilecek sınırları gö(ste)ren ve felsefe dışı düşünme imkanlarını ortaya koymaya gayret eden Alman felsefeci Martin Heidegger (1889-1976) varlığın hakikatini düşünmenin felsefeyle mümkün ol(a)madığını o halde felsefi düşünmeyi de içine ala(bile)n onun üstüne çıka(bile)n diğer düşünme imkanları üzerinde durmamız gerektiğini ifade eder. Yani idraki düşünmek ve idraki idrak edebilmek için idraki düşünmeye elveren imkanlara ulaşmak gerekir. Bu, dünyayı görebilmek için dünyanın dışına çıkmak türünden bir ameliyedir. Bu imkanlar neler olabilir?
Bunlardan biri iddiama göre sanattır. Sanat insanı, kelime demir parmaklıklarından örülü hapishanenin dışına çıkarır! Nasıl? Kelimeleri bile kullansa kelimelerin anlamlarını bozarak, yani kelimeleri eğip büküp, esneterek bir aralık açar ve insan buradan doğanın kucağına kaçar.
Felsefe ve sanatı böyle tanımlıyorum.
Şimdi sanat nasıl çalışır bu konuya da değinmek isterim.
Sanat yara açmaktır. Yara açarsın, izi biçim yaratır. Tuvaldeki, kildeki, mermerdeki yara izleri, sessizlikte açılan yara izleri (müzik), yokluk alemine atılan çentikler (şiir)…
Ne demek istiyorum?
Sanat yapmak ve sanattan anlamak için felsefe bilmeye gerek var mı sorusuyla bu benzetmeyi birleştirdiğimde şunu söylüyorum: Yara izlerini okumak için felsefeye ihtiyaç var mı?
Herkes yaralamayı ve yaralanmayı bilir. Bir bebek bile oyuncağını, emziğini, elmasını yaralar. Yaralamayı ve yaralanmayı bilen herkes yara izlerine ilgi duyar. Yara izlerinin anlamını kelimeler olmadan içsel olarak bilir! Kelimeler olmadan anlamını ve değerini hisseder.
SA. Bence felsefe senin söylediklerine ek olarak söylemeliyim ki yaşama katlanmanın bir yoludur. Senden farklı olarak felsefesiz sanat yapamayız ve sanatı anlayamayız diyorum. Yani varoluşu mantıkla makyajlamaktan, yani sistematik, fanatik, saplantılı düşüncelerden değil (böyle sayılabilecek her şeye karşı olduğumu zaten biliyorsun) onun ötesinden bahsediyorum. Felsefe ötesinden… Felsefenin bir tedavi olmaktan çıkıp semptoma dönüştüğü fazdan bahsediyorum.
Sorunları çözmek, anlam vermek veya teselli sunmak acının, boşluğun ve anlamsızlığın berrak bilinci yanında yavandır. Bence çare kinik olabilmektedir. Kişi felsefenin ötesine geçip kinikleşmelidir. Acaba benim felsefe kelimesini kullanmamam mı gerekiyor? Herhangi bir zaaf kırıntısı, bir melankoli olmadan yapılan düşünce etkinliği felsefe değildir bence. Bahsettiğim de aslında senin tanımına çok aykırı değil. “Biz evreni tartışmıyoruz, onu ifade ediyoruz ve felsefeyse onu ifade etmiyor.” der E. Cioran, sistematik filozoflardan yakınarak. Evet sanat, evreni ifade ediyor ve ben sanatçıda böylesine bir ilahi güç olabileceğine inanıyorum yine de bu durumun çok nadir olduğunu sanıyorum. Bu ilahilik herkeste mi var da sanatı anlıyorlar ve zevk alıyorlar?
Felsefe ötesi dediğim alan herkese açık değil bence. Bu alanın anahtarına ulaşmanın yolunu arayanların sirkinde kimi ip cambazı, kimi illüzyonist, kimi hayvan terbiyecisi, kimi de hayvan olarak geçinip gidiyor. Ama bazılarına bahsettiğim ilahi öz bahşedilmiştir, bunların yaptığı sanatı hem herkes anlar hem de hiç kimse… ama herkes, hemen hemen herkes hisseder. Bizim derdimiz bence bu hemen hemen herkesin dışında kalanlarladır. Bu dışta kalanlar için sistematik felsefe ile bir motoru devreye sokmak lazımdır. Bunların ilk aşamada bulunduğu alana felsefe öncesi alan diyelim. Bu alanda çalışmamız gereken temel soru “neden” sorusudur: Neden yaratıyorum? Bu yarattığımın dünyadaki yeri nedir? Güzellik ne demektir? Çirkinlik nedir? Estetik nedir? İnsan olmak ne demektir? Acı, arzu, korku, aşk nedir? Ancak bu çalışmayla öz sanata göz dikebiliriz. Sanat tarihinin en büyükleri aynı zamanda hep düşünürlerdi de… kimi bizim sirkten, kimi felsefe öncesi alandan kimi de felsefe ötesi alandan gelmişti. Ama hepsi düşünürdüler.
Sanat yara açmaktır diyorsun peki’. Yaralamak evrenseldir. Ancak yaraya sadık kalmak bilinç ister.
Bazı yaralar tanıdıktır. Ya kendininkine benzer ya da bir zamanlar senin açtığın bir yarayı hatırlatır. Onları tanırsın, hatta seversin. Ancak bu tanıma çoğu zaman yalnızca hayvansal tepki düzeyindedir. Demin ortaya koyduğum sorular yöneltilmediğinde tekrar edeyim his düşünceye dönüşmez; yalnızca tepkisel olarak kalır. Tepkinin hüküm sürdüğü her yerde deneyim sığlaşır, sanat zevke indirgenir. Yüzeysellikte ne sanatçı vardır ne de sen… Gusto tam da burada başlar. Gusto biliyorsun zevk değildir! Gusto bel ki Türkçeye zevk-i selim olarak çevrilebilir. Aslında biraz daha ileri giderek şunu söyleyeceğim: anlamadığın bir şeyden gustoyu bırak gerçekten zevk bile alamazsın. O basit zevk bile ancak kavranmış bir yaradan doğar, tıpkı yaşamdan zevk almaya onu reddetmeye başlamamızda olduğu gibi. Bunun dışında kalanlar sadece uyarımdır, alışkanlıktır, tüketimdir. Bilinçli ya da bilinçsiz fark etmez; anlam yoksa zevk de yoktur. Gomez Davila der ki “’Taste is relative’ is the excuse adopted by those that have bad taste” Yani zevkler ve renkler tartışılmaz zevksizlerin uydurduğu bir kaidedir. Ben de Davila’ya katılıyorum. Çün ki zevk bir masumiyet değil, bir sorumluluktur.
ATE. Felsefe yani spekülasyon kelimelerle yapılır, kelimelerse sınırlıdır. Kelimeler, kelimelerle elde edilemeyen hislere nasıl hizmet eder, anlayamıyorum?
Evet Michael Simpson (1940-?) gibi ressamlar sanatı duygu ve simgelerle değil bir fikrin inşasından ibaret görürler. Bu tür sanatçılar senin dediğini destekliyor ve kültürel birikime ve görgüye sahip olmayan birinin bir çalışma görünce ya da duyunca etkilenmeyeceğini iddia ederler. Hatta Marcel Duchamp çiğ bakışların fütursuzca yaptığı tabloya atılmasını engellemek için Étant donnés isimli eserinin önüne ortası delik ahşap bir paravan koyar. Benim tabloma siz ancak bu delikten bakabilirsiniz der. Aksi takdirde anlamanız mümkün değildire getirir, sözü.
Sorun aslında tam da bu, bence!
İsa’yı bilmeyen ve hiç İsa portresi görmemiş biri İsa portresi gördüğünde ne hisseder? O kişi için İsa’nın sahip olduğu çarpıcı kutsiyet yoktur. Gördüğü sadece sakallı bir erkek resmidir. Ben sanat eserinin bir fikir etrafında ele alınması ve değerlendirmesi yerine insanda uyandırdığı duygularla ilgiliyim ki bu duygulan bilgiyle, görgüyle elde edilmemiş türden olsunlar. Bir sanat eseri ürettin veya gördün ve gerçekten de ruhunda bir sarsıntı geçirip düşüp bayıldın. Ne oldu, niye bayıldın, ne gördün, ne hissettin? sorularına “Kelimelerle anlatamam” cevabı benim dediğimin bir tercümesidir. Bu kişinin neden felsefe bilmesi veya felsefenin ötesine geçmiş olması gerektiğini gerçekten anlamıyorum. Sıradan bir insan da bunları yaşayabilir kanaatindeyim. Bu arada sanatta bir anlatı (narration) olması gerektiğine de inanmıyorum.
SA. Felsefe kelimeyle çalışır ama kelimenin ötesine geçmek için yapılır. Ölüm bilinci, anlamsızlık, intihar düşüncesi, çelişkilerle var olmak… bunları içinde yaşarsın ve kelimelerle sindirime de gerek yoktur. Felsefe sadece zihinsel düğümleri çözer, bir pratik, bir dayanma biçimidir. Dil burada kaynak değil, artıktır.
Müzede dolaşan insanları düşünelim, çoğu sergi organizasyonunun yazdığı açıklamalara açlıkla yapışır. Bir şey yakalamak, hissedebilmek ister. Neden? Çün ki anlamazlar ve anlamadıkları bir şeyden de zevk almazlar. Tutunabilecekleri ortak bir algı kırıntısı ararlar. Seninle ben sanatın uyandırdığı duyguyla ilgileniyoruz, evet ama bir duygunun uyanabilmesi için, bakanın radarlarının açık olması gerekir. Bu açıklık herkeste yoktur. Mesele herkese hitap etmek değil, herkese bir doz dokunmaktır. Carmelo Bene’in sahnede seyircinin üzerine işemesi bu yüzden öğreticidir. Bu eylem tiksinme, öfke, şaşkınlık üretir yani bir “şey” olur. Salt bu düzeyde bile, Bene öz sanatın alanına adım atmıştır çün ki kayıtsızlık üretmemiştir. Ancak burada bir ayrım doğar: kimi izleyici bu eylemi bir hakaret olarak kabul eder, öfkelenir ve salonu terk eder; kimi içinse bu saldırı bir düşünceyi tetikler, sorular doğurur, dolayısıyla düşünsel bir zevke dönüşür. Soru şudur: amaç ilkel tepki mi, yoksa düşünerek oluşan duygu mu? Hangisi daha derindir? ‘Carmelo Bene ne yapmak istemiştir?’ sorusu da ancak burada anlam kazanır. Çünkü sanatın meselesi ilkel tepkiler, titremeler üretmek değil, tepkiyi aşabilecek bilinç eşiğini aştırmaktır. Her zaman daha yüceyi (sublime) amaçlamalıyız. Bir elmanın üzerindeki dişle yapılmış izler ve bunun sergilenmesi bana göre sanat değil. Ayrıca artık sanat eserlerine tapmanın, görüp bayılmanın da ötesine geçtik. Onların yarattıkları reflectivedir (üzerinde düşünmek). Bu yüzden düşünce ve düşünüm, sanatın üzerine kanatlarını açarak bizi yeni ufuklara taşır. Hegel der ki: ‘Sanat, din ve felsefeyle aynı alan içerisine yerleştiğinde Geist’ın (tinin) en kapsamlı hakikatlerini zihinlerimize getirmenin ve ifade etmenin yalnızca bir yolu olduğu zaman en yüksek ödevini yerine getirmiştir.’ Felsefe bilir dediğimiz kişi zaten felsefeyi reddetmeyi de öğrenmiştir. Felsefe de sadece sanata hizmet ettiği sürece değerlidir.
ATE. Anladığım kadarıyla sanatın yüce olmasını savunuyoruz. Kelimelerle temsil edilemeyen, bir türlü tam kavranamayan, bir türlü tam algılanamayan… Ama karşısında hayranlık ve huşuyla eğildiğimiz sanat…
Sanat kapalı bir kapıdır ama kilitli değildir. Bazıları doğuştan o kapının ardındadır bazılarıysa girmek için anahtar arar durur. Sanıyorum sen ilk kümedesin bense ikinci…
SA. Ha’di or’dan!..
Dr. A. Teyfur Erdoğdu & Selin Akman
Yorumlar
Kalan Karakter: