Öncelikle Türkiye’nin toplam doğurganlık hızının 1,51’e düşmesi yalnızca bir istatistik değil; toplumsal yapımıza ve geleceğimize dair ciddi de bir uyarı. Benzer tablo OECD ülkelerinin çoğunda var elbet. Hatta Güney Kore’de oran 0,72’ye kadar inmiş durumda. Ve Avrupa büyük bütçelerle doğum oranlarını artırmaya çalışıyor. Fakat tüm bu örneklerin gösterdiği bir gerçek var: Sadece maddi teşvik yetmiyor. Aileyi var eden sosyal dokuyu güçlendirilmeliyiz.
Peki güçlü aile nedir?
Bizde aile çoğu zaman sadece “anne” üzerinden tarif ediliyor. Oysa bizim geleneğimiz çok daha geniştir: Anne, baba, dede, nine, akrabalar… Yani dayanışma kültürünün hakim olduğu bir yapı. Çocuğu büyüten yalnızca anne değil, evdeki tüm büyüklerdir. Kadını yalnızlaştırmayan/ koruyan, babayı sürece dahil eden, büyükleri dışlamayan bu model, aslında bugün ihtiyaç duyduğumuz şeyin ta kendisidir.
Modern hayat bizi çekirdek aileye sıkıştırmış durumda. Hatta bir dönem çekirdek aile olmakla övünmüş de olabiliriz. Ancak dijital çağ, aileyi yeniden yakınlaştıracak yeni imkanlar sunuyor. Singapur’da devletin yürüttüğü “Digital for Life” hareketi, toplumun tüm yaş gruplarını — özellikle de yaşlıları — dijital becerilerle güçlendirmeyi amaçlıyor; gençlerin ve gönüllülerin yaşlılara dijital destek verdiği çeşitli topluluk programlarıyla kuşaklar arasında doğal bir etkileşim ortamı oluşuyor. Estonya’da ise güçlü dijital devlet altyapısı sayesinde doğum kaydı yapıldığı anda aileye sağlanan haklar otomatik olarak sistem tarafından değerlendiriliyor, ebeveynlere hangi desteklerden yararlanabilecekleri proaktif şekilde sunuluyor. Böylece hem bürokrasi azalıyor hem de aileler özellikle doğum sonrası dönemde kesintisiz bir kamusal destekle karşılaşıyor. Avrupa’da ise pozitif dijital ebeveynlik yaklaşımı, “yasaklayan değil yönlendiren” bir modelle aile içi iletişimi güçlendirmeyi hedefliyor.
İşte tam da burada kritik bir cümle gerekiyor:
Bu uygulamaların Türkiye’ye uyarlanması için “Türkiye’ye özel” adaptasyonların — altyapı, yerel ihtiyaçlar ve kültürel hassasiyetler — mutlaka gözetilmesi şart.
Çünkü bizim aile yapımızın sıcaklığı, kuşaklar arası bağların gücü ve toplumsal dayanışma reflekslerimiz, Türkiye’nin kendine has bir modeline zemin oluşturuyor. Yani Singapur’u veya Estonya’yı “kopyalamak” değil, kendi kültürümüzle harmanlanmış bir dijital aile ekosistemi geliştirmektir doğru olan.
Peki Türkiye’nin modelinde neler olmalı?
Birincisi, kadının güçlendirilmesi… Kreşlerin yaygınlaşması, esnek çalışma modellerinin artması, bakım hizmetlerinin modernleşmesi şart. Ve en önemlisi kadın bir tercih yapmak zorunda bırakılmamalı.
İkincisi, baba figürünün merkeze alınması… Çocuk bakımının sadece annenin görevi olarak görülmediği, babanın da aktif sorumluluk aldığı bir aile kültürü teşvik edilmelidir. Böylece hem aile içi denge sağlanır hem de kadının yükü hafifler.
Üçüncüsü, büyüklerin görünür olduğu ve sürece dahil edildiği bir yapı… Deneyim, rehberlik ve kuşak aktarımı aileyi güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Dijital okuryazarlık projeleriyle büyüklerin sürece katılması da bunun için ideal bir fırsat.
Ve tüm bu unsurların üzerinde yükselmesi gereken bir yapı daha var: Ulusal dijital aile platformu.
Ebeveyn rehberliklerinin, sosyal yardımların, psikolojik desteklerin, bakım ve eğitim hizmetlerinin tek merkezde toplandığı erişilebilir bir sistem, aileyi modern çağın ihtiyaçlarına yanıt verebilecek hale getirir.
Bütün bunları neden konuşuyoruz?
Çünkü nüfus, yalnızca doğum oranlarından değil, ailemizin bir arada kalma gücünden doğar.
Bir ülkenin geleceğini belirleyen en önemli şey, çocukların nasıl bir ailede büyüdüğüdür. Dayanışması güçlü, kuşakları bağlı aile yapısı hem nüfusu hem toplumsal dokuyu ayakta tutar.
Sonuç olarak; aileyi korumak, geleceği korumaktır.
Bugün aileyi güçlendirmek için atacağımız her adım, yarının Türkiye’sini sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda daha dirençli kılacaktır.
Yorumlar
Kalan Karakter: