Soykırımlar her zaman yüksek sesle yapılmaz.
Bazen sessizce, zamana yayılarak, dünyanın dikkati başka yerlere çekilerek gerçekleştirilir.
Bugün Gazze’de yaşanan tam olarak budur: yavaşlatılmış, normalleştirilmeye çalışılan bir soykırım.
Modern dünyanın en büyük yanılgısı, bombalar sustuğunda zulmün bittiğini sanmasıdır.
Oysa Gazze’de gürültü azaldıkça ölüm daha sistematik, daha soğukkanlı bir hâl alıyor.
Nitekim ateşkes ilan edildiği söylenen bir süreçte bile gerçekler bambaşkadır.
İsrail ordusunun 10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşe rağmen Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda 405 Filistinli hayatını kaybetti, 1114 kişi ise yaralandı.
Bu rakamlar bir istatistik değildir;
her biri yarım kalan bir hayatın, susturulan bir sesin ve parçalanan bir ailenin adıdır.
Bombaların ardından şimdi soğuk var.
Yağmur var.
Yıkıntılar arasında yaşamaya zorlanan insanlar var.
Evleri kalmayan, sığınacak bir çatısı olmayan,
zaten açlık ve susuzlukla mücadele eden Gazze halkı bugün bir de soğukla sınanıyor.
Islanan battaniyelerin altında titreyen çocuklar,
bitkin düşmüş anneler,
hayatta kalmanın başlı başına bir başarıya dönüştüğü bir gerçeklik…
Bu yaşananlar bir doğal afet değil.
Bir kriz de değil.
Bu, planlı bir yok etme biçimi.
Sosyolojik açıdan bakıldığında Gazze, yalnızca bir coğrafya değil;
insanlığın vicdan testidir.
Burada hedef alınan sadece bedenler değil,
aynı zamanda hafıza, dayanışma ve umut sistemli biçimde aşındırılmaktadır.
Bugün dünyanın büyük kısmı “üzgün”.
Ancak üzgün olmak yetmiyor.
Üzgün olmak, soykırımı durdurmuyor.
Sessizlik, bu yavaşlatılmış yok edişin en güçlü müttefiki hâline geliyor.
Bu yazıyı yalnızca bir gözlemci olarak kaleme almıyorum.
Eylemin içinden yazıyorum.
Gazze için sahada gönüllü olarak emek veren, yürütülen insani çalışmalarda bizzat yer alan, çevresini bu zulme karşı kenetlemeye çalışan, Gazze’de yaşanan insanlık dramını duyurmayı bir vicdan borcu sayan ve bu sorumluluğu taşıyan Türk Kızılay İstanbul İl Başkanı olarak da şunu net biçimde ifade etmek isterim:
Gazze halkı için elimizden gelen tüm desteği vermek adına yoğun bir çaba içindeyiz.
Yardım gemilerinin Gazze’ye ulaşması,
insani yardımların kesintisiz devam edebilmesi için tüm imkanlarımızı seferber ediyoruz.
Ancak biliyoruz ki insani yardım tek başına yeterli değildir.
Hatırlamak da, hatırlatmak da bir eylemdir.
Çünkü bugün Gazze, yalnızca bombalarla değil,
unutturularak yok edilmek isteniyor.
Tam da bu nedenle,
1 Ocak’ta İstanbul Galata Köprüsü’nde,
Milli İrade Platformu çatısı altında,
sivil toplum kuruluşları ve vicdanını diri tutan vatandaşlarımızla bir araya geliyoruz.
Bu buluşma bir yürüyüşten ibaret değildir.
Bu, bir toplumsal hafıza çağrısıdır.
Bu, “Görüyoruz, unutmadık ve sessiz kalmıyoruz” deme iradesidir.
Çünkü biliyoruz:
Bir halk, ancak dünya onu tamamen unuttuğunda yok olur.
Gazze bugün açlıkla, susuzlukla, soğukla ve evsizlikle mücadele ediyor.
Ama en ağır mücadeleyi yalnız bırakılmamak için veriyor.
Biz bu yalnızlığı kabul etmiyoruz.
1 Ocak’ta Galata Köprüsü’nde bulunmak,
bir slogan atmaktan öte,
insanlığın hangi tarafta durduğunu göstermektir.
Bu satırları yazarken masamda biriken dosyalardan çok, Gazze’de üşüyen bir çocuğun yüzü aklımda; en çok da Gazze’li Hind Rajab’ın “Beni kurtarın” sesi…
İşte tam da bu sebeple herkesi;
çocukların üşüdüğü,
annelerin evsiz kaldığı,
bir halkın yavaş yavaş silinmek istendiği bu düzene karşı
yan yana durmaya davet ediyorum.
Gazze’yi unutmamak için.
Filistin’i hayatta tutmak için.
Ve en önemlisi,
kendi vicdanımızı kaybetmemek için.
Yorumlar
Kalan Karakter: