Günümüzde "sağlıklı beslenme" denilince zihnimizde kalori hesapları ve soğuk diyet listeleri uçuşuyor. Oysa çok değil, bir iki nesil öncesine kadar mutfak dediğimiz yer; evin eczanesi, dert ortağı ve asıl ibadethanesiydi. Peki, bugün modern mutfaklarda kaybettiğimiz o "şifa", Anadolu’nun o isli tencerelerinde nasıl gizliydi?
Ninenin Tahta Kaşığındaki Sır
Hâlâ burnumda tüter; küçük bir çocukken köyde, ninenin ocağının başında geçirdiğim o serin akşamüstleri... Bir gün komşulardan birinin hastalandığını duymuştu ninem. Hemen ocağa bir tencere koydu. İçine sadece bir avuç tarhana, biraz kurutulmuş biber ve bir kaşık tereyağı eklemedi; sanki içine tüm şefkatini de kattı.
Tencereyi karıştırırken kendi kendine mırıldandığını duyunca merakla sormuştum: "Nine, neden fısıldıyorsun?" Gülümsedi, o derin çizgileri olan elleriyle başımı okşadı ve dedi ki: "Oğul/Kızım, bu tencerede sadece çorba pişmez. Ben şimdi içine şifa ayetleri, biraz sabır, biraz da komşu hakkı katıyorum. Pişirdiğin aşa sevgi katmazsan, o aş sadece karnı doyurur; ama içine gönlünü koyarsan, ölü cana can katar."
O akşam o sıcak çorba, bakır bir tasın içinde bir bezle sarılıp o kapıya gittiğinde, şifanın sadece içindeki vitaminlerde olmadığını anlamıştım. Şifa; birinin senin için dertlenmesiydi. Şifa, o tencerenin buğusunda saklı olan "yalnız değilsin" mesajıydı.
Eczane Değil, Kiler
Anadolu mutfağının "görünmeyen" kısmında doğayla kurulan sarsılmaz bir bağ vardır. Ninelerimiz kışın bağışıklığı çelik gibi yapan o tarhanayı hazırlarken, aslında yazın güneşini ve toprağın bereketini bir kavanoza hapsederdi. Biz bugün kış ortasında domates yiyerek doğanın ritmine savaş açarken, onlar toprağın takvimine uyarak sağlığını korurdu. Çünkü bilirlerdi ki; vakti gelmeyen meyvenin tadı olmaz, vakti gelmeyen ilacın şifası bulunmaz.
Paylaşmanın Tadı, Yalnızlığın Acısı
Şifalı bir yemeğin en önemli bileşeni, tabağın yanına konan bir diğer kaşıktır. Anadolu’da "tek kişilik porsiyon" yoktur; "misafir kısmetiyle gelir" inancı vardır. Modern dünya bize yalnız yemek yemeyi, hızlıca atıştırmayı dayatırken; Anadolu bize bir yer sofrasının etrafında diz dize oturmanın güvenini hatırlatır. Çünkü biliriz ki; gönül alarak pişirilen ve paylaşılan yemek, mideye yük olmaz, ruha kanat olur.
Sonuç Olarak...
Bir yemek neden şifa olur? İçindeki kuersetinden ya da proteinden mi? Belki. Ama asıl şifa; o yemeğin içindeki hakta, adalette ve merhamette gizlidir. Helal lokma bilinciyle pişmiş, israftan sakınılmış ve komşusuyla bölüşülmüş bir kâse çorbanın iyileştiremeyeceği çok az yara vardır.
Bugün mutfağınıza dönerken sadece malzemelerinizi değil, niyetinizi de yanınıza alın. Belki de aradığımız o büyük şifa, market raflarında değil, ninelerimizin o eski, mütevazı tencere diplerinde bizi bekliyordur.
"Şifa; tencerede kaynayan malzemede değil, ocağı tüttüren niyetin saflığındadır. Karnı aş, ruhu aşk doyurur."
Sevgiyle....
Yorumlar
Kalan Karakter: